B.Ö. : Boğaçhan bey size “ölçülemeyen” konusunu açmadan önce bu konuda düşünmüş müydünüz?
b.ö. : Açıkçası ölçülememe üzerine düşünmemiştim ama bir şeyin ölçülememesine sebep olan kavramlar üzerine düşünmüştüm.
B.Ö. : Ne gibi kavramlar?
b.ö. : Muallaklık, gizem, sürpriz. Bunlar sanırım bir şeyin ölçülememesine sebep olan ve bende heyecan uyandıran şeyler.
B.Ö. : Bu kavramların tasarım disiplini içinde yeri var mı? Sonuçta sanatta belki ama tasarımın ölçülen bir yanı da..
b.ö. : Pardon, araya gireyim, bu kavramları konuşmadan önce şunu da söylemeliyim, bir şeyin bu kavramlara sahip olup olmadığı da kişiden kişiye göre değişen ve ölçülemeyen bir şey. Kişiden kişiye hatta zamana göre değişebiliyor. Yani ölçülemeyenin gerçekten ölçülüp ölçülemediğinin de kesin bir ölçüsü yok, ölçümlenemiyor diyebiliriz.
B.Ö. : Örneğin düzenli olmayan objelerin yüzey alanları eskiden ölçülemezdi. Artık bilgisayarlar sayesinde ölçülebiliyor. Bunun gibi bir şeyi mi kastediyorsunuz?
b.ö. : Evet ölçülebilirliğin zamana göre değişebildiğine dair güzel bir örnek.
B.Ö. : Peki ölçülemediği zamanlarda insanlara heyecan veriyor muydu sizce? Ya da şu an ölçülemeyen şeyler insanlara heyecan veriyor mu, yoksa bir tek size mi veriyor? (gülüşmeler)
b.ö. : Aslında bu şuna benziyor: İçinden gizem ve sürpriz çıkartılmış polisiye bir filmin heyecanı kalmaz ya; filmin devamı, sonu, artık ölçülebilmiştir. Gizem kalmamıştır, sürpriz kalmamıştır çünkü. Bu arada, çok film seyretmiş bir insanın az izlemiş bir insana oranla sonunu daha iyi tahmin edebilmesi ölçülebilirliğin kişiden kişiye göre değiştiğinin de bir göstergesidir.
B.Ö. : Sanırım konudan biraz saptık. Ben sizin bir tasarımcı olarak yaptığınız işe nasıl yansıttığınızı merak ediyorum.
b.ö. : Aslında sapmadık. Ölçülemeyenin çekiciliğinde hemfikirsek eğer, sebep olan şeylerin, — hatta artık olumluya çevirip “sebep” kelimesinden kurtulayım, “sağlayan” daha iyi — ölçülememesini ya da ölçülemiyor hissini sağlayan şeylerin psikolojisini iyi anlarsak bunu yaptığımız bir bina tasarımına ya da benim yaptığım gibi bir internet sitesi tasarımına uygulayabiliriz.
B.Ö. : Mimari bir yapı tasarlarken ölçülemeyen, kağıda dökülemeyen bir kısım nasıl olabilir? Hazırladığınız web sitelerinde ölçülemeyen bir kısım oluyor mu?
b.ö. : (gülüyor) Oluyor. Ölçülemeyen demiyelim ama ölçülemiyor hissi vermeye çalışıyorum. Şöyle, insan beyninin her zaman simetrik bir tasarımı daha rahat bulduğu bilinir. Bunun altındaki mantık beynin “cognitive processing” denilen — Türkçe “kavrama işlemi” diyebiliriz — bunu kolaylaştırmasıdır. Beyin gördüğü tasarımda simetri eksenini çizer, eksenin bir tarafını öğrenirse diğer tarafını öğrenmesine gerek kalmaz. Her zaman daha az enerji harcamaya güdülenmiş insan beyni de ilk bakışta bunu tercih edebilir. Mimarlık, grafik tasarım, web tasarım gibi disiplinlerde işlevsellik kadar güzel olması da önemlidir, bana göre simetri bu güzelliğe gölge düşüren bir şeydir. Simetriden uzak durmaya çalışıyorum.
B.Ö. : Simetrik bir binanın ya da tasarımın çirkin olduğunu mu söylüyorsunuz? Eski döneme ait çoğu yapı simetriktir. (gülerek) Japonya hayranı olduğunuzu biliyorum, Japonya’daki tapınaklar ve shrinelar da hep simetriktir mesela.
b.ö. : Hayır, onu söylemiyorum. Japonya’daki tapınaklar ve shrinelar hep simetriktir ama bu onların olağanüstü güzelliklerinden bir şey götürmez. Oradaki başka bir estetik anlayışıdır, başka bir beklentiden doğarlar. Bugünün, 20. ve 21. yüzyılın estetik anlayışı daha farklıdır. Mısır piramitleri mesela, dev gibi olmalarının verdiği ihtişamı bir yana bırakırsak bir piramitin bir de arkasına geçip fotoğraf çekmeyi ister misiniz? Sizde böyle bir merak oluşur mu? Bence artık 21. yüzyılın estetik anlayışında bu soruya cevap bulmak önemlidir. Güzel olmasını istediğiniz bir şeyin içinden muallaklık, gizem, sürpriz, tahmin edilemezlik gibi kavramları çıkartamazsınız.
B.Ö. : Muallaklık derken neyi kastediyorsunuz?
b.ö. : Benim verdiğim anlamla muallaklık, arada kalmak, yerini belli etmemek, olabilecek yer seçeneklerinden birinde olmamak demek. Kesin ve somut olmayan, adı konmayan bir şeyin sanatta ve estetikte çok önemi var bence. Örneğin müzikte her ne kadar seslerin, notaların müziğin ritmi içinde matematiksel bir yeri olsa da, notada belirtildiği şekilde, müzisyenler zaman olarak belirtilen yerin notaya dökülemeyecek kadar öncesinde ya da sonrasında çalabilirler. Örneğin zamanın biraz ilerisinde çalan davulcular vardır, Roy Haynes gibi, Tony Williams gibi, çok heyecan yaratırlar. Tam tersini düşünelim, eğer bu muallak halin güzelliği olmasaydı, dünyanın en iyi Beethoven, Bach yorumcuları bilgisayarlar olurdu.
Web sitesi tasarlarken de bu vardır. Bir grid sisteminde, dikdörtgenler içinde tasarım yapmak zorundasınızdır. Yani aslında bir web sitesi bir nevi dikdörtgen kutucuklardan oluşur. Bu kutuları sınırlarıyla kullanıcıya hissettirirseniz, bu tasarımda bir tekdüzeliğe sebep olur. Ne kadar siz kutular içinde çalışsanız da, bunu hissettirmemek önemlidir.
B.Ö. : Sanırım ilk başta söylediğiniz şeyi neden önce söylediğinizi anladım. Tasarım örneğindeki durum aslında muallaklık değil, ama verdiği his öyle. Kutucuk sistemini nasıl kurduğunuzu belli etmemekten yola çıkarak sıkıcılıktan kurtuluyorsunuz. Yani dikdörtgenin nerede başladığını hissettirmemek, bir nevi ölçülememezlik oluyor size göre.
b.ö. : Evet, aynen öyle. Mesela komunist blokları denilen uzun sıra sıra apartmanlar vardır. Baktığınızda içiniz sıkışır. Çünkü o kutular, apartmanın en tepesinden aşağı doğru uzanan tahmin edilebilir mimari ve yaşam sizi boğar. Web sitelerinde alt alta sıralanan aynı ölçülerdeki dikdörgen kutular da size aynı hissi verir.
B.Ö. : Burgu gökdelenlerde de aslında kutulardan kurtulma hissi var sanırım. Geleneksel gökdelenler hep dikdörtgen prizması şeklindeler ama yeni yapılan bu modern mimari ile gelen burgu gökdelenler bu alt alta sıralanan tahmin edilebilir hissi yok ediyorlar.
b.ö. : Bence burgu gökdelenler bu tahmin edilememe hissine yüzeysel bir çözüm getiriyorlar, yüzeysel derken hem kendi hem mecazi anlamında (gülüyor). Yaşam alanında her zaman birbirine dik duvarlara ihtiyaç duyarsınız. O burgu gökdelenlerin içindeki duvarların dik olduğunu öğrendikten sonra pek gizemi kaldığını düşünmüyorum.
B.Ö. : Gizem de sizin için önemli değil mi?
b.ö. : Evet… (gizemle duraksar) gizem önemli. Gizem başlı başına ölçülemeyen, bilinmeyendir. Ama tamamen bilinmeyen değil, sadece somut olarak kendini belli etmeyendir ve bir şeyin çekici olmasında çok önemli rol oynar. Filmin bir sahnesindeki seksüel gerilim, tüm çıplaklığıyla somut bir şekilde orada duran pornodan daha çekicidir.
B.Ö. : Ne yaptınız? Betonart dergisindeyiz (gülüşmeler)
b.ö. : Bana “rahatça konuşabilirsiniz, sansür uygulanmaz” denmişti.
B.Ö. : Orası öyle tabii ama daha gizemli! konuşmakta fayda var (gülüşmeler)
b.ö. : Aslında gizeme olan içgüdüsel merakı anlatmaya çalışıyordum. Ölçemediğimiz, hesaplayamadığımız herşeyde vardır bu gizem. Grafik tasarımcılar çok kullanır logo yaparken. London Senfoni Orkestrasının logosuna ilk baktığınızda başharfleri LSO’yu görürsünüz. Daha dikkatli baktığınızda elinde gizemini korumuş, kendini gizlemiş batonlu bir orkestra şefi görürsünüz. Bu incelik, gizem, bir bilgisayarın yapabileceği bir şey değildir. Ölçülebilir bir yanı da yoktur.
B.Ö. : Zaten ölçülebilirse bilgisayar tarafından yapılabilir de, değil mi?
b.ö. : Evet yapılabilir. Şahsen işlerin giderek akıllanan bilgisayarlara kaptırılacağını sonra insanın, ölçülemeyen ya da sayısala dönüştürelemeyen bu kavramlarla tekrar işlerini geri alacaklarını düşünüyorum. Müzik endüstrisi buna güzel bir örnek bence. 80’li yıllarda plak tahtını cd’ye, sonra mp3 teknolojisine, şu günlerde de online müzik dinleme sistemlerine kaptırdı. Bir nevi herşeyi ölçtüğümüzü düşünüp analog kayıtları 1 ve 0’lardan oluşan bir sisteme geçirdik, remaster ettik, daha net ses aldık. Yani analog bantta olan herşeyi ölçebildiğimizi ve sayısal bir değere dönüştürebildiğimizi düşündük. Cdler uzun bir süre çok sattı, temiz berrak ses duymak herkesi çok heyecanlandırdı. Sonra neyin tetiklediğini bilmiyorum, online müzik dinleme sistemlerine paralel bir süredir tekrar plağa talep artmaya başladı, artık her yeni müziğin plağı basılıyor. İnsanlar cdleri bırakıp plak almaya başladılar. Hatta çok ilginç bir olay anlatayım. Glenn Gould’un meşhur Goldberg Varyasyonları kaydı vardır, 1955 senesinde, mono bir kayıttır. Olağanüstü bir müziktir. Klasik müziğin en çok satan plaklarından biridir. Glenn Gould öldükten sonra firma analog kayıtları remaster etti, stereo hale getirdi ve cdye bastı. İnsanlar aynı tadı bulamadılar, o kadar satmadı, hakkında çok fazla eleştri oldu. Ölçülemeyenin gizli çekiciliği bence işte burdadır.
B.Ö. : Soyut somuta göre her zaman daha derindir, sanırım çekiciliği de burdan geliyor. Size ne yapmanızı söyleyen kişisel gelişim kitapları mesela somuttur, ister istemez didaktik olurlar.
b.ö. : Evet kişisel gelişim kitabı meraklısı insanlar da bunun tersini söyler, adam fikrini söylüyor, gerisini sana bırakıyor der. Bence bir Madame Bovary’de ya da Suç ve Ceza’da, içinizde tüm kişisel gelişim kitaplarından daha çok ışık yakacak gizli ilhamlar bulabilirsiniz.
B.Ö. : Peki, sürpriz ölçülebilir mi?
b.ö. : Geçenlerde izlediğim bir filmde, adı “Her”. Adam çok gelişmiş bir yapay zekaya aşık oluyor ve sanki yapay zeka ile aşk yaşıyorlar. Yapay zeka adamın yazdığı yayınlardan iyilerini seçip bir yayıncıya gönderiyor ve basılmasını sağlıyor, adama sürpriz yapıyor. Tabii adam çok etkileniyor.
Bu sahne bende yapay zeka tamam her şeyi yapabilir neredeyse ama sürpriz yapabilir mi diye düşündürdü. Yani sürpriz ölçülebilen bir şey midir? Hazır sürpriz veritabanınız varsa başka ama kişiye özel klişe olmayan sürpriz yapma. Bence sürpriz de sıradanlığı bozan, tahmin edilemeyen, ölçülemeyen çekici bir şey.
B.Ö. : Geçenlerde insan beyni ile ilgili yazılmış bir kitapta insanın kendi kendini gıdıklayamadığını okumuştum. Gıdıklanmak için insanın gıdıklanacağı zamanı tahmin edememesi gerekiyormuş. Ancak şizofrenlerde yapma ile olma arasında bir bağ bulunmadığı için kendilerini gıdıklayabiliyorlarmış.
b.ö. : Çok ilginç, sürprizin önemi işte. Şu anki endüstriyel tasarım ürünlerinde sürprizin, sürprizle gelen mizahın olmadığını düşünebilir misiniz?
B.Ö. : Evet haklısınız… Güzel bir sohbet oldu, teşekkür ederim.
b.ö. : Bence de, keşke seks konusunu da açmasaydınız.
B.Ö. : Pardon, seks konusunu siz açtınız.
b.ö. : Yoo siz açtınız, soyut ile somut arasındaki farkı anlatırken konuyu sekse, pornoya getirdiniz.
B.Ö. : Ben sizinle röportaj yapıyorum, konu nasıl açabilirim?
b.ö. : Ben de anlayamadım zaten, konu seks olunca alter-egom oluverdiniz sanki birden.
.
.
.
(Bu röportajı çoklu kişilik bölünmesi hastalığına tutulmuşcasına, mizahını Glenn Gould’un 60’lı yıllarda kendi kendiyle yaptığı röportajlardan, ritmini Bertrand Russell’ın Yetke ile Birey kitabında yayınlanan röportajlarından esinlenerek hazırladım.)
Berk Özler